Yusuf Yavuz:TOKİ EVLERİ GEÇMİŞLE BAĞLARIMIZI KOPARIYOR

TOKİ, sadece mekânsal tahribat yaratmıyor, geçmişle bağımızı da koparıyor…

Metropollerden başlayıp Anadolu'nun en ücra kasabalarına kadar uzanan TOKİ'nin bu coğrafyada yarattığı travmanın yalnızca mekânla sınırlı olmadığını anlamak için daha fazla beklemeye gerek yok. Son bir kaç yılda hemen hepimizin çevresini kuşatan tek tip düşünen, tek tip yiyip içen, aynı dizileri izleyip; hep birlikte hep aynı teraneyi dillendiren koca bir kitlenin her sabah Bağdadi, kâgir, tüf taşı ya da kerpiç evlerden mi kentlere dağıldığını sanıyorsunuz...

1984'te Özal döneminde kurulan TOKİ, yaşadıkları kırsal bölgelerdeki üretim olanakları köreltilen ve hızla 'müşteri'ye dönüştürülmesi gereken milyonlarca insanın kentlere doğru sürülmesiyle oluşan karmaşada konut üretmeyi amaçlıyordu. Hızlı nüfus artışı ve çarpık kentleşmeye çözüm olarak ortaya atılan TOKİ projesi bir süre büyük kentlerde çoğu Avrupa ve Sovyetler Birliği döneminde Rusya'da inşa edilen sosyal konutlar benzeri çirkin ve ruhsuz dev bloklar inşa etti. Cumhuriyet döneminin klasikle moderni, geleneksel olanla yeni olanı birleştiren mimari üslubunun biçimlendirmeye çalıştığı çoğu büyük kentin çehresi TOKİ bloklarıyla tek tip bir betonarmeye büründü.

Uzunca bir süre büyük kentlerde icraatını sürdüren TOKİ, AKP ile birlikte hızlı bir şekilde taşraya, kırsala yayıldı. Önce talep yaratıldı, ardından da Anadolu'nun biblo gibi kentlerinde birer birer TOKİ blokları yükselmeye başladı.

Öyle kentler vardı ki, mimari dokusu ve doğal peyzajıyla adeta etrafının telle çevrilerek korunması ve geleceğe aktarılması gerekiyordu. Kula, Mudurnu, Ürgüp, Alanya, Talas, Akçaabat, Ahlat, Safranbolu, Taraklı, Beypazarı, Kastamonu, Bitlis, Mardin, Giresun, Trabzon, Gaziantep, Şanlıurfa...

Kimileri binlerce yıllık geçmişe sahip olan ve geleneksel mimari dokusunu bugüne ulaştıran onlarca tarihi il ve ilçenin silueti, adına "TOKİ evleri" denilen ancak gerçekte ev ifadesinin anlamını tahrif eden, çoğu 10-15 katlı dev beton blokların gölgesinde kaldı. Oysa ev, bu toplumun köklerinde içinde yaşayanla sohbet eden, dertleşen ve onu edilgen kılmayan, yücelten, gönlünü yapan ve yaşama hazırlayan bir mekânın adıydı.

TOKİ, iktidarın elinde ideolojik bir aygıta dönüşerek konut açığını çözmenin ötesinde bir anlama bürünmüştü. Hem binalar inşa ediliyor, hem de o binaların içinde yaşayacak olanların dünya görüşleri yeniden biçimlendiriliyordu. Öyle ki, TOKİ'de üst düzey yöneticilik yapanlar ülkenin imar ve iskânından sorumlu bakanlığın başına getiriliyordu. Artık kentleşmenin baskısından korunması gereken 'çevre' ile çevreyi tehdit eden kentleşme aynı bakanlığın bünyesinde birleştiriliyor, bir nevi kuzu kurda emanet ediliyordu.

2000'li yıllar TOKİ'nin gerçek anlamda Anadolu kırsalındaki mekânsal görünümü değiştirmeye başladığı dönem olarak anılabilir, 2010'lu yıllar ise bu dönüşümün yarattığı çirkinliğin artık iktidarın en tepesindeki isimleri bile rahatsız etmeye başladığı dönem olmuştur. TOKİ'yi bizzat siyasi bir aygıt olarak kullanan iktidarın en tepesindeki isim olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan son iki yıldır yaptığı konuşmalarda artık dikey mimariden yatay mimariye geçilmesi gerektiğini vurguluyor.

19 Aralık 2018’de düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülleri töreninde konuşan Erdoğan, medeniyetin esasta bir inşa faaliyeti olduğunu ve bu faaliyetin temelinin de ilim ve hikmet olduğunu belirterek, “Biz uzunca bir süre, ecdadın ihtişamlı medeniyet mirasına sırtımızı dönüp kendimizi her alanda gecekondulara, kaçak yapılara mahkûm ettik” ifadelerini kullanmıştı.

Birçok konuda olduğu gibi yapılan hataların ardından "yanıldık" ya da "aldatıldık" kolaycılığına sığınmak mimari ve şehircilik gibi kültürel ve toplumsal doku ile sıkı sıkıya bağlı bir konuda çoğu zaman bir şey ifade etmiyor. Coğrafya üzerinde yapılan mekânsal tahribat ve kültürel tahrifatın telafisi mümkün olmuyor. Zaman akıp gidiyor ve bu tahribat içinde yetişen kuşakların yaşamla ve kendiyle kurduğu bağ geçmişten kopuk, yalnızca o mekânın içine sıkışıp kalmış bir köksüzlüğe dönüşüyor.

Dünyaya kent ve mimari konusunda söyleyebilecek pek çok şeyi olan Türkiye, bu konuda birçok ilklere ev sahipliği yapıyor. Çatalhöyük ve Hacılar gibi ilk neolitik kentler, Miletos, Piriene gibi ilk planlı kentlere, Selçuklu'nun mimariyle matematiği ve geometriyi birleştiren zengin kültür mirasına sahip olan bir ülkenin yalnızca kolaycılığı ve rantı yaşama biçimi haline getiren anlayışın eliyle dağı taşı betonla kaplaması, içinde yaşadığımız yüzyılın en büyük ihanetlerinden biridir.

Metropollerden başlayıp Anadolu'nun en ücra kasabalarına kadar uzanan TOKİ'nin bu coğrafyada yarattığı travmanın yalnızca mekânla sınırlı olmadığını anlamak için daha fazla beklemeye gerek yok. Son bir kaç yılda hemen hepimizin çevresini kuşatan tek tip düşünen, tek tip yiyip içen, aynı dizileri izleyip; hep birlikte hep aynı teraneyi dillendiren koca bir kitlenin her sabah Bağdadi, kâgir, tüf taşı ya da kerpiç evlerden mi kentlere dağıldığını sanıyorsunuz...