ARSLAN KILIÇ YAZDI:KUL’A DEĞİL YÜREĞİNE SOR BENİ

   Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında Atlantik kampı içinde gelecek aramasının ilk kurbanı, bugün 74’üncü yıldönümünde andığımız büyük yazar ve aydınımız Sabahattin Ali oldu.

      Türkiye 2. Dünya Savaşına girmedi; girmemeyi başardı. Ama 6 yılı bulan savaş süresince, üretimdeki nüfusunun önemli bir bölümünü, savaşa hazır büyük bir ordu oluşturmaya ayırdı. Dış ticareti, savaştan olumsuz etkilendi. Bunların sonucu olarak üretim düştü, ülke çapında büyük bir kıtlık ve yoksullaşma yaşandı.

      Nüfusun çok büyük bir bölümü kıtlık ve yokluklar içinde yaşarken, özellikle ticaret burjuvazisi ve tefeci sermaye katında, önlenemeyen savaş vurgunlarından büyüyen bir zümre yükselişe geçti ve ülke ekonomisi ve siyaseti üzerinde etkili olmaya başladı.

      1941-1944’TE “ALMANLARIN PABUCUNU YALAYANLAR”

      Bu kesim büyüdükçe, daha da büyümenin yolunun Batı kapitalizminin bir parçası olmaktan geçtiğini; iç pazarı daha geniş çapta sömürebilmenin, onunla işbirliği yapmakla mümkün olduğunu anladı. Bunun sonucu olarak, daha savaşın ilk yıllarında ve savaşın galibinin Almanya olacağını düşünerek, geleceğini Alman işbirlikçiliğinde aramaya yöneldi. Türkiye’yi Almanya safında savaşa sürüklemeye dönük yoğun bir propaganda ve çeşitli tertipler aldı başını yürüdü.

      Türk devrimciliğinin savaş yıllarındaki ilk büyük mücadelesi, Türkiye’yi Hitler Almanya’sı safında savaşa sokmak isteyen bu kesime karşı yürütüldü. TKP’nin örgütlediği ve içinde Sabahattin Ali’nin de yer aldığı “Savaşa ve Vurgunculuğa Karşı Mücadele Cephesi”nin aydınları, başlıca propaganda temaları ırkçı/kafatasçı Türk milliyetçiliği ve Sovyetler Birliği/Komünizm düşmanlığı olan bu kesime karşı etkin bir mücadele yürüttü. Türkiye’nin Hitler Almanya’sı safında savaşa girmesi engellendi.

     1945’TEN SONRA “AMERİKA’YA KAVUK SALLAYANLAR”

     Savaşın Almanya’nın yenilgisiyle bitmesinden sonra, Türk burjuvazisinin savaş vurgunculuğundan daha da büyümüş kesimi bu kez de savaşın kapitalist dünyadaki lideri ABD’ye yanaştı. Dün Almancı olan vurguncu sermaye, 1945’ten sonra hızla Atlantikçiliğe ve Amerikancılığa yöneldi.

      KEMALİST DEVRİM’İN DİZGİNLERİNDEN BOŞANMAK

      Daha çok ama daha hızlı büyümenin yolu, Batı kapitalizmi ile ilişkide, Kemalist Devrimin “halkçılık”, “devletçilik/kamuculuk”, “devrimcilik”, “tam bağımsızlık (istiklali tam)” ilkelerinin sınırlamalarından kurtulup; “işbirlikçilik” diye adlandırabileceğimiz daha ileri ilişkiler geliştirmekten geçiyordu.

      Kemalist Devrimin sınırlamaları, özel girişimin ülke ve millet çıkarları ile uyumlu; bu yüzden de görece daha yavaş, gelir dağılımının daha dengeli olacağı bir tempoda büyümesini öngörüyordu.

      Gecikmiş çağdaşlaşma, kalkınma ve gelişme sürecinin hala alt basamaklarında olan1945 Türkiye’sinde küçük bir azınlığın hızlı büyümesine dayalı “zenginleşme” yolu, iç pazarın Batı sermayesi ile işbirliği içinde daha geniş çapta, daha hızlandırılmış sömürüsünden; doğal kaynaklarının daha geniş çapta yağmalanmasından geçiyordu. Bunun için de Türkiye’yi Atlantik kampına dâhil etmek gerekiyordu.

      Türkiye’yi, içinde ancak bağımlı ülke statüsünde ve kaynakları sömürülen bir ülke konumunda yer alacağı Bati sistemine dâhil etmek, ülkenin emek gücünün ve kaynaklarının daha gelişmiş yöntemlerle, daha kalıcı bir şekilde ve daha yüksek oranda sömürülmesi anlamına geliyordu. Batı ile bu temelde kurulan ilişki ise, beraberinde, bağımsız Türkiye'nin Batı’nın bir Soğuk Savaş üssüne ve ileri karakoluna dönüştürülmesini getiriyordu.

      Küçük bir azınlığın zümre çıkarları uğruna Türkiye’ye “Batı fedailiği” deli gömleğini giydirmek isteyen projenin karşısına dikilenler arasında yine Sabahattin Ali vardı.

      Sabahattin Ali bu mücadelede, gerek yüksek yurtseverlik duygusu ve devrimci bilinci; gerekse yetenekli sanatçı, birikimli aydın ve korkusuz kişilik özelliği ile, kamuoyu üzerinde oldukça etkili oluyordu.

        İLK KURBAN: SABAHATTİN ALİ

       Bu nedenlerle, 1945 sonrasında ilkin Konservatuvardaki işine son verildi. Arkasından, arka arkaya hapis cezalarına çarptırılmaya başlandı. Öyle ki, bir hapis cezasını bitirmeden onlarca yıl tutacak yeni cezalarla karşı karşıya kalıyordu. Bunların hiçbiri Sabahattin Ali’yi yolundan alıkoymayınca, vahşi ve alçakça bir cinayetle öldürüldü (25 Şubat 1948).

      KORE SAVAŞI KURBANLARI

      Sabahattin Ali, 1945’ten sonra Türkiye’yi Atlantik-ABD-NATO arabasına bağlamak isteyen işbirlikçiliğin ilk kurbanı oldu.

       Ama girilen yeni yolda Kemalist Devrim ülkesi bağımsız Türkiye’ye karşı işlenen suç, bu noktada durmadı. Arkasından, Amerika’nın binlerce km ötedeki Kore’yi sömürgeleştirme savaşına asker gönderme ve Türk halkı ile en küçük bir sorunu olmayan Kore halkı ile savaşta 721 Mehmetçiği kurban verme eylemi geldi (Haziran 1950-Temmuz 1953).

       TKP TEVKİFATI ve NAZIM’A KOMPLO

      “Kore Savaşı” cinayetini, 1951’de, NATO’ya kabul edilmeyi sağlama alma eylemi olarak, “Büyük (251 kişilik) TKP Tevkifatı” izledi (Ocak 1951).

       TKP tutuklamalarını ise, Deniz Harp Okulu öğrencisi olarak zaten askerlik yapmış, 49 yaşında askerlik çağını çoktan geçmiş ve kalbinden hasta Nazım Hikmet’i askere almaya ve yok etmeye kalkışma izledi (Mayıs 1951).

      Bu cinayet ve kıyımlardan sonra Batı’nın gözüne girmesi sağlanan Türkiye, 18 Şubat 1952’de NATO’ya alındı.

      Sonuçta, 27 Mayıs 1960 sonrasına kadar Türkiye’nin ilerici ve devrimci güçlerinin sesi kesilerek, ülkenin ABD ve Batı için dikensiz gül bahçesi olması sağlandı.

      Sabahattin Ali, Türkçenin büyük ustalarındandı. Kısa süren yaşamına sığdırdığı öykü ve romanları Türk edebiyatının başyapıtları arasında yer aldı. Roman, öykü, deneme ve şiir yazarlığı yanında, çağının yüksek bilgileri ve en ileri bilinciyle donanmış bir aydındı. Yurduna ve ekmeğini yediği halka bağlılıkta, hiçbir parasal gücün satına alamadığı, hiçbir zorba gücün önünde eğilip bükülmeyen bir kişiliğe ve yüksek ahlak sahipti.

      Sabahattin Ali’yi öldürenler çoktan ölüp gitti. Adları bile ancak Sabahattin Ali’nin öldürülmesi öyküsünün içinde anılıyor. Ama Sabahattin Ali, Nazım’ın deyişiyle, “Türkçe yaşadıkça yaşıyor ve yaşayacak”! Türk halkının bağımsız, özgür, mutlu ve insanca yaşama özlemi ve talebi sönmedikçe, o özlem ve talebin sözcülüğünü yaptığı için öldürülmüş Sabahattin Ali ve düşünceleri yaşayacaktır.

     Öncü ve örnek devrimci aydınımızı 74’üncü ölüm yıldönümünde, 1937’de yazdığı SES öyküsü içine serpiştirdiği, okuyan herkesi sarıp sarmalayan sevgi şiirlerinden biriyle anıyoruz. Sabahattin Ali’nin hemen hepsi de yürekten kopup gelen sevgileri anlatan, halk şiiri tarzında yazdığı şiirlerinden en unutulmazıyla...

KUL’A DEĞİL YÜREĞİNE SOR BENİ

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa

Seher yeli dağıt beni, kır beni

Götür tozlarımı burdan uzağa

Yarın çıplak ayağına sür beni

Ayın şavkı vurur sazım üstüne

Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne

Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne

Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Yedi yıldır uğramadım yurduma

Dert ortağı aramadım derdime

Geleceksen bir gün düşüp ardıma

Kula değil, yüreğine sor beni